[İçerik uyarısı: Grafik görüntüler içerir]
Deniz Tapkan Cengiz, İstanbul’da yaşayan profesyonel bir fotoğrafçı ve zoologdur. Dünyanın 60’tan fazla ülke ve şehrinde fotoğraf çekmiştir. 2014’ten beri vegan olan Deniz, zooloji geçmişini, vegan kültürünü ve fotoğrafçılığını hayvan refahı için birleştirerek hayvanların yaşamlarını fotoğraflıyor ve belgeliyor.
Deniz ile hayvan foto muhabirliği yolculuğu hakkında daha fazla bilgi edinmek için bir araya geldik.
Deniz’in çalışmalarını takip edin: Farm Animals Politics
Fotoğrafçı/Videograf: Deniz Tapkan Cengiz
Tarafından röportaj: We Animals
Hangisine ilginiz önce başladı, hayvanlara mı fotoğrafa mı? Sizi bugün bulunduğunuz noktaya getiren koşullardan biraz bahsedebilir misiniz?
Benim için önce hayvanlar geldi. Çünkü üniversitede zooloji okudum. Mezun olduktan sonra hayvanat bahçesinde zoolog olarak çalıştım. Hayvanların yaşam şartlarının oluşturulmasından sorumluydum. Etolojik çalışmalar da yürütüyordum. Bu çalışmalar sırasında fotoğraf makinesini bir araç olarak kullanmaya başladım. Sonrasında buradaki işimden ayrıldım ve yeni mesleğim sayesinde dünyanın 60 dan fazla ülke ve şehrini ziyaret etme, buralarda fotoğraf çekme şansını yakaladım. Hayvanlar her zaman kadrajımdaydı.
Iki sene önce Türkiye’de çok büyük yangınlar meydana geldi. Çocukluğumu yaşadığım yerler yandı. Günlerce söndürülemedi. Hükümetin bir yangın söndürme uçağı bile yoktu. Böylesine büyük bir sorunla nasıl baş edileceğini bilmiyorlardı. Türkiye ilk kez küresel ısınma ile böyle keskin bir şekilde yüzleşti.
Zooloji altyapım ve 10 yıllık vegan geçmişim sebebiyle küresel ısınma hakkında çok fazla bilgim vardı fakat bitmeyen yangınları daha önce hiç görmemiştik. Teorik bilginin pratik kısmıyla yüzleşmenin çok acı olduğunu öğrendik. O dönemde Avustralya’da bitmeyen yangınlar olduğunu duyduğumu hatırladım ve konu hakkında araştırma yapmak için bilgisayarımı açtım. Bu araştırma sırasında yanmış ormanın ortasında yavrusu ile tek başına kalan kangurunun fotoğrafını gördüm. O kanguru beni Jo Anne ile tanıştırdı. Ve ardından We Animals ile.
Sonuç olarak zooloji altyapım, vegan kimliğim, fotoğraf ve video üretme yetkinliğimi birleştirerek hayvan refahı için çalışmaya karar verdim.
Türkiye’de hayvan foto muhabirliği ile ilgili gelişmeler neler?
Hiç bir şey desem yalan söylemiş olmam. Fakat yabana atamayacağımız bir sayıda ve yükselişte veganlık kültürü gelişiyor buna şahidim. Hayvan hakları ile ilgili olması gereken yasalardan çok uzağız. Bu yasaları oluşturacak insanlar, hayvanların dünyamızdaki yerine saygı ile bakacak, homosantrik bakış açısından uzaklaşarak doğru şekilde değerlendirecek insanlar sanırım bizim ülkemizde çok az. Mecliste neredeyse kimse bu konu ile ilgilenmiyor. Dolayısıyla gazetecilikte ve habercilikte hayvanlar çok az yer buluyor. Tüm bu sebeplere dayanarak diyebilirim ki hayvan foto muhabirliğine neredeyse hiç enerji, emek ve zaman harcanmıyor.
Türkiye’de sokakta yaşayan kedi ve köpekler hayvanlarla ilgili gündeme dair en büyük alanı kaplıyor. Konuya dair iyi bir yönetim ve denetim süreci gerçekleşmiyor. Toplum, sokakta yaşayan köpeklere ‘başıboş köpek’ diyerek tamamının uyutulmasını isteyenler ve kısırlaştırılıp yerine bırakılmalı diyenler olarak ikiye ayrılmış durumda. Diğer her şeyde olduğu gibi bunda da kutuplaşmış bir toplum haline geldik. Köpeği kürek ile öldüren kişinin videosu tüm dünyada viral oldu. Sonuç olarak kişi çok basit bir ceza aldı.
İşinizi özellikle temsil ettiğini düşündüğünüz ve dünyayla paylaşmak istediğiniz bir fotoğrafınız var mı? Neden onu seçtiğinizi bize anlatın.
Aslında fotoğraf çalışmalarım çoğunlukla çiftliklerde gerçekleşiyor fakat burada vermek istediğim örnek bir hayvanat bahçesinden. Jane ve bebeği Gina’nın olduğu bu fotoğrafın bende derin bir izi var.
Hayvanat bahçesinde çalıştığım dönemde çektiğim bir fotoğraf bu. Jane’nin bebeği oldu. Herkesin ilgisi üstündeydi. Bu ilgiden sıkılan Jane bebeği göstermiyordu. Bir akşam üstü fotoğraf makinemle bahçeyi dolaşmaya çıktığımda Jane’nin Gina’yı emzirdiğini gördüm. Normalde hemen buna ara verir ve bebeği içeri kaçırırdı. Ama öyle yapmadı. Benden başka kimse yoktu onu izleyen. Ve bana izin verdi. Bebeğini görmeme, onlara uzun uzun bakmama ve hatta fotoğraflarını çekmeme izin verdi. Benim için bir hayvan ile konuşmadan iletişim kurduğum güçlü ve büyülü andı. Akşam güneşi Jane’nin bal rengi gözlerinde batıyordu.
Fotoğrafını çektiğim bir çok hayvan gibi artık Jane yaşamıyor. İşimi bıraktığım dönemde aldığım habere göre bir sabah hayvan bakıcısı Jane’i kaburgaları kırılmış bir şekilde yerde yatarken bulmuş. Erkek birey yani Gina’nın babası Jane’i öldürmüş. Hayvanat bahçesinde hayvanlar için stres dolu bir yaşam var. Ve bu strese her tür farklı reaksiyon veriyor. Jane’nin ardından erkek şempanze iki kız çocuğuna da şiddet göstermeye devam ettiği için bu ortamdan babayı ayırmışlar. Gina çok küçük yaştan itibaren annesiz ve babasız büyüyor.
Normalde şempanzeler anneliği diğer anneleri gözlemleyerek öğrenir. Jane tüm hayatını hayvanat bahçesinde geçirdiği için hiç böyle bir şansı olmamıştı. Fakat o çok iyi bir anneydi.
Fotoğrafçı olarak bir sahneye ne kadar yaratıcılık katabiliyorsunuz? Siz fotomuhabirlik yapıyorsunuz fakat bir görgü tanığı olarak kendi bakış açınızı kullanmaya ve gördüklerinizi yaratıcı bir biçimde ifade etmeye çalışıyor musunuz?
Hayvan foto muhabirliği sırasında yaratıcılığımı ikinci sırada tuttuğumu söylemeliyim. Önce hikaye geliyor benim için. Özne ben değilim, önümde duran hayvan. Onu anlamaya çalışıyorum, yaşadığı ortamı gözlemlemeye başlıyorum, ayaklarını nasıl bir zemine bastığı, yemi ve suyunun nasıl kaplarda olduğunu, dış ortamla temasını, insanların muamele şeklini .. Fakat kişinin fotografik gözünün gelişmiş olması böyle zor ve hızlı anlarda işine yarayabiliyor.
Uzun zaman hayvanlarla çalıştığım için onların yanlarına nasıl girerim, ilk teması nasıl kurarım ya da kurmalı mıyım gibi soru işaretlerime doğru cevaplar verebiliyorum. Bu da benim için büyük bir avantaj.
En önemli konunun zaman olduğunu düşünüyorum. Çalışmaya ayrılan zaman arttıkça derinlik ve yaratıcılık ta artıyor. Aynı yere ve aynı hayvanın yanına defalarca gidiyorum. Ve giderek daha uzun zaman geçiriyorum.
Eğer fotoğraf ve videolarımız aracılığı ile kişileri ve sonuçta toplumları dönüştürmek istiyorsak bence empati üzerine daha çok düşünmeliyiz. Bazı deneyimlerimiz çok sert ve acı dolu. Diğer insanların görmek bile istemeyeceği türden görüntüler. Dolayısıyla belli bir süre bakmadıkları görüntüler aracılığı ile empati kurmayacaklar ve hayatlarında hiç bir değişim yaratmayacaklar. Ben fotoğraflarım aracılığı ile filozof Edith Stein’in ilk kez dile getirdiği ‘empatik karşılaşma’ anını yaratmaya çalışıyorum. Değerlerden değişime giden motivasyon zincirini oluşturmak amacıyla insanların bağ kurabileceği ve o kırılma anını yaşayabileceği fotoğrafları yaratmak istiyorum.
Bu yıl inekler, koyunlar ve keçiler de dahil olmak üzere Türkiye’nin süt endüstrisindekihayvanların yaşamlarını belgelediniz. Türkiye’nin 2022 yılında bitkisel süt ürünleri üretimini yasaklayan ilk ülke olması, sektörün etki ve gücünün bir göstergesi. Böylesine kritik bir dönemde bu hikayeleri belgeleme deneyiminizden bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de bitkisel bazlı peynir üretimi yasaklanmış. Diğer tüm ürünlere ulaşım var. Hatta ben vegan peynir de satın alıyorum. Bu konunun aslında siyasi bir açılımı var ve fakat ifade özgürlüğünü kaybetmiş bir toplumda yaşadığımız için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.
Ben doğal çiftliklerde çekim yapıyorum. Köylülerin bütçelerine göre satın alabilecekleri kadar hayvanı alıp baktıkları ve ‘üretim’ yaptıkları yerde hayvanları gözlemliyorum. Fakat çok fazla hayvanın kapatıldığı endüstrilerde göreceğimiz tablolar ile bu küçük çiftliklerde de karşılaştım. Örneğin, en son çekim için gittiğim çiftlikte bir tane 1 haftalık buzağı vardı. Annesinden ayrı bir yerde duruyordu. Annenin sütü makine ile sağıldı ve yavruya biberon aracılığı ile verildi. Neden böyle yaptığını sorduğumda ‘daha kolay olduğunu’ söyledi. Sonuç olarak doymamış bir buzağı ve memelerin şişliğinden ötürü yürüyemeyen bir anne inek vardı.
Keçi çiftliğinde yine benzer bir durum söz konusu. Bütün keçi yavruları bir arada duruyor fakat annelerinden ayrılar. Emzirme anı için aradaki kapı açılıyor ve yavrular annelerini, anneler de yavrularını arıyor. 5 dk geçmesine rağmen annesini hala bulamayan çok küçük yavrular vardı. Emmek istiyorlar. Parmağınızı uzattığınız an emmeye başlıyorlar.
Koyunların olduğu çiftlikte ise kilitli yemlikleri gördüm. Hayvanlar saman yemek için kafalarını yemliğe soktukları an kilitlenebiliyor. Böylelikle çiftçi hayvana istediği muameleyi yapabiliyor (aşı yapmak, tüylerini kırpmak vb. ) Hayvan isteği dışında bir anda kilit altında kalabiliyor.
Ve elbette her çiftlikte gördüğümüz en temel sorun, hiç birinin kendine özel alanı yok. Hep kalabalıklar veya hep çok yakınlar, kişisel alan yok, onlar sanki birey değilmiş de topluluk halinde yaşamak zorundalarmış gibi.
2022 yılında, Türkiye’de kutlanan başlıca İslami bayramlardan biri olan Kurban Bayramı sırasında hayvan pazarlarını ve kesimleri belgelediniz. Bize bu görselleri çekerken sahadaki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?
Tek kelime ile korkunç. Kurbanı çekmeye karar vermek için 4 ay boyunca kendimi ikna etmem gerekti. Bunu yapabilecek miyim, yaparsam etkisi çok mu uzun sürer, hafızamdan silemeyeceğim görüntüler ile nasıl baş ederim diye sordum kendime. Çünkü hiç böyle bir sahne ile karşılaşmamıştım. Aslında baştan söylemeliyimki bence müslüman ülkelerde bu durum bir çocukluk travmasıdır. Kurban edilecek koyun bir kaç gün önceden hatta bazen bir ay öncesinden alınır, beslenir, sevilir. Sanki ailenin bir kedisi veya köpeği gibi özenle bakılır sonuç olarak bağ kurulur. Tüm bunların ardından kurban bayramında ne olacağını yetişkinler bilirken, çocuklar bilmez. O güne kadar sevdikleri koyun kesilir ve bir tabak içinde çocuğun önüne koyulur. Bazı aileler ise kesimi özellikle çocuğa izletirler. Hatta kurbanın kanından bir parmak alıp çocuğun alnına sürmek gibi adetleri de vardır.
Fakat ben bu tablo ile hiç karşılaşmamıştım, ailem sayesinde. Kesimin fotoğraflarını Manisa’nın bir köyünde çektim. Kesim yeri hazırlanırken ben de hayvanların olduğu yere girdim. İki tarafa ayrılmıştı. Bir tarafta kırmızı ile işaretlenmiş olanlar (satılmışlar) diğer tarafta ise kesilmeyecek olanlar vardı. Bir koçu getirdiler ve satın alan kişinin önünde kesim için yere yatırdılar. Satın alan kişi ‘kelleyi ben alayım’ dedi. Ve koçun boğazını kesti. Ben bu anları kayda alıyordum. Tüm vücudumun titrediğini hissettim. Elimden kamerayı düşürebilecek derecede bir titremeydi hissettiğim. Hayvan normalden daha uzun süre can çekişti. O anki görüntüyü tarif etmek çok zor. Daha fazla bakamayacaktım, ben de kamerayı sabit tutarken kafamı sağa çevirdim ve ağlamaya başladım. O anda yanda bekleyen koyunların, kesimi gözlerini ayırmadan izlediklerini gördüm. Belliki korkuyorlardı. Belki de onlar da benim gibi titriyorlardı.
Ardından hayvanı yenilebilecek ve yenilemeyecek yerleri olarak ikiye ayırdılar. Yaklaşık 10 senedir vegan yaşayan bir insan olarak et yeme ilüzyonunun ne kadar büyük ve derin bir şey olduğunu düşündüm. Yerde hayvanın kafası ve kanı varken bir elinde kalp bir elinde ciğer tutan insanlara göre garip olan bendim.
Kurban konusunu We Animals kontribitörlerinden Havva Zorlu ile konuştuk. Onun deneyimleri de çok değerli. Ulusal gazetede yayınlanan röportajı buradan okuyabilirsiniz.
Size kim ilham veriyor? En çok etkilendiğiniz fotoğraflar ve fotoğrafçılar hangileri?
Bu konuda fotoğrafçılardan ziyade hayvanları anlamak adına çalışan bilim insanlarından etkileniyorum. Örneğin değerli gözlemlerini bize kitapları aracılığıyla aktaran primatologlar; Jane Goodall ve Frans De Waal. Ve elbette Jo Anne McArthur. Kanguru fotoğrafı ile karşılaştıktan sonra kafamda bazı konular anlam buldu ve ben de bu hikayeleri fotoğraf makinem aracılığıyla çalışmaya karar verdim. Ayrıca We Animals bünyesinde yer alan tüm fotoğraf sağlayıcılarının hikayelerinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Onlardan çok şey öğreniyorum.
Bir saha görevine hazırlanırken, kamera çantanızdaki kitiniz nedir?
Benim için çantamda gereksiz ağırlık olmaması çok önemli çünkü boynumda 4 adet fıtık var. Genel olarak bir kol ve boyun ağrısı sorunu yaşıyorum. Bu nedenle ekipmanımı sınırlı tutuyorum. Canon R5, lensler ( Canon RF 24-70 mm, Canon 50 mm f 1,2 ), hafıza kartları, ekstra pil ve şarj aletim. Eğer video çekmeyi de planlıyorsam Zhiyun gimbalımı da yanıma alıyorum.
Birçok insan sizin yaptığınız işi fotoğraflamayı çok zor bulabilir. Bu tür bir foto muhabirliğinin doğasında var olan zorlukların üstesinden gelmenize ne yardımcı oluyor?
Benim için de çok zor. Ve bu duyguyla çok iyi başa çıktığımı söyleyemeyeceğim. Yaşanan bu acılara yakından baktığımız için yadsıyamacağımız duygu ve davranışlara dönüyor deneyimlerimiz. Ve sanırım insan bu zorlu duygu ile sadece bir amacı varsa başa çıkabilir. Son tahlilde içimi rahatlatabildiğim nokta hayvanlar için çalışmam gerektiğini kendime misyon edinmemdir.
Diğer fotoğrafçılara hayvan foto muhabirliği yapmaları için bir davette bulunabilseydiniz, ne söylerdiniz?
Nefes alanlar hayatta kalması gerekenlerdir ve bu nedenle mücadele etmemiz gerekenlerdir. Para nefes almaz, bayrak nefes almaz, sigortalar ve hukuk sistemleri ve sınırlar, dinler nefes almaz. Nefes alanlar sadece insanlar, hayvanlar ve doğadır. Ve bu mücadele çok değerlidir.
Medyaya hayvan foto muhabirlerinin çalışmalarına yer vermeleri için bir davette bulunabilseydiniz, ne derdiniz?
Medyanın toplumları dönüştürmede etkisi tartışılmaz. Prensip sahibi, toplumun geleceğini düşünen bir medya var ise – çünkü burda uzun zamandır nadiren karşılaşıyoruz – onlara eşitlik ilkesini hatırlatmak isterdim. Fakat sadece insanlar arasındaki eşitlikten ziyade Peter Singer’in bahsettiği ‘menfaatlerin eşit önemsenmesi ilkesi’ nin kabul edilmesi gerekir ki bu cümle menfaatleri yani acı ve haz hissetme kapasitesi olan hayvanları da içeriyor. Bu ilkeyi kabul eden bir toplum yaratmak için öncelikle eşitlik ilkesine karşı olan tutum ve davranışların sorgulanması ve medyaya yansıtılması gerektiği düşüncesindeyim.
Bir sonraki projeniz nedir? Özellikle belgelemek zorunda hissettiğiniz hayvan hikâyeleri var mı?
Bir sonraki adım benim için önemli bir adım çünkü çiftlik hayvanları ile ilgili bir yüksek lisans programına başlıyorum. Konuyu spesifik olarak belirlememiş olsam da büyük olasılık ile çalışma alanım buzağının anneden ayrılması olacak. Bu çalışmada kameramı bir araç olarak kullanmayı, sonuçlarla bir değer üretmeyi ve mümkünse kayıtlarla bir kısa film yaratmayı planlıyorum.
Ayrıca geçen seneden bu seneye ertelenen (deprem nedeni ile) bir çalışma konum var o da deve güreşleri. Yaklaşık 3000 devenin alınıp satıldığı ve güreştirildiği bir gelenek mevcut Türkiye’de. Bu konunun çekimini yapmayı planlıyorum.
Deniz’in hayvan foto muhabirliğini takip edin: Farm Animals Politics
Interview by We Animals.
All images by Deniz Tapkan Cengiz.
Stok koleksiyonumuz aracılığıyla Deniz’in görsellerinden bir seçkiyi keşfedin.